9 Mayıs 2013 Perşembe

gel zaman git zaman. hadi git zaman.
gitme zaman benim gibi ne yapacağını bilme zaman.
düşünmek istemiyorum, sorgulamak istemiyorum, sadece duraksamadan ilerleyemez miyiz? gidecek yer yok, hayalde mekan yok, hayal bile yok. yokluk içinde varlık çekiyoruz, ne zormuş!
bir gün uyanıyorsun çorak bir çölün ortasındasın, kuruyup gitmiş yüzler rüzgarda her yana savruluyor, gözüne kaçıyor, canını acıtıyor, çıplak omzuna değip çiziyor.
tıpkı yazın gelişini müjdeleyen kuşların ertesi gün donup ölmesi, çiçeklerin büzüşmesi gibi saçma.
NEDEN? BUNLAR NEDEN OLUYOR?
hani diyesim geliyor, hani sen bilmemneyimdin!? BİLMEM? NEYİMDİN?
uzun uzun ağlamak istiyorum uzun uzun bağırmak herşeyi kırıp atmak herşeyi satmak ve kaçmak, olduğum binadan çıkmak ve yığılana kadar koşmak.
hiçbir b.k yapamadığım gibi bırbırbır konuşuyorum isteklerimi içime haykırıp kendimi şişiriyorum, zeplin olmuş uçuyorum dostum, haberin yok.

26 Aralık 2012 Çarşamba

7 Eylül 2012 Cuma

give it away

oha.
sanki yüzyıllar olmuş beynimin teri bazı birtakım kelimelerimi buraya aktarmayalı.
olagelmiş, gelegiden, sürebiten, biteyazan.. yığınla şey vasıl olmuş o yandan bu yana, ordan buraya.

o hayat isimli bütünün ufacık bir kısmına ait, çok mühim ve fakat kısa süren o şeyi atladığında, tamamladığında, artık ona ne dersek diyelim.. sanki 10 yıl yaşlanmış gibiyim.

hala "çok uzaklara gitsem" konseptli hayallerim, bazen umutlarım, bazı bazı da planlarım olmuyor değil ancak şimdi biraz daha, az daha.. neyse.

yerimde saydığımı hissettiğim bir anda yaşanan bu geri dönüşte, çok açık, neşeli, huzulu, stabil cümleler bekleme benden. nasıl ki tutamadım kendimi geçen geceki taksi-dolmuş kaosunda, çok daha mühim ortamlarda da yaşamaktan korkuyorum aynı şeyi, içimde bir mecazii hulk peydah olmuş. keşke madden de yeşersem de üzerine, devleşsem de, mutasyona atabilsem böylece suçu, "beni benden alan bazı başka denklemlerdir dostum" diyebilsem.

mütevazi, naif şeyler düşünürlen ağzımdan kocaman şeyler çıkıyor. kaçan kelimeler ardından bakakaldığım trenlere yetişiyor, neden ve sebep buluşuyor böylece, bense geride, orda öylece.
mal gibi. tek başıma. ta iliklerime değin..
elimde olanı beğenmediğim, bazense orda tutamadığım oldu, oluyor.

"sus" diyorum, eskiden "neden susuyorsun"du sarfedilen.
dur diyorum, koşasım kalmadı.

anlamıyorum bu bendeki her yılı 2 yıla eşdeğer yaşamışklık tribini. öf kere..

10 Nisan 2012 Salı

will share the view with you

anlamını bilmediğim kelimeler genlerimden geçmiş sanki beynime, ben dahil sen dahil bütün gördüğün görmediğim göreceğim ve asla görmeyeceğim, hepiniz dahil bilmediğimiz bir dilde bir kuş, cikliyor bütün gün orda.
sanki dokununca yerle yeksan olacağım, sanki öpersem dudaklarımı yakacağım, hem yasak hem uzak hem candan, bir o kadar da kaba!
bir gösteriye hazırlanır gibi heyecanlı, yüzündeki tüm gerçeği silerken, gülümseme dene sıvayla kaplarken cildini herşeye hazır ve nazır olmak amacıyla, bu heyecan.. bu işte bu, içimdeki tüm zeminleri hırpalayan şey tek kişilik galiba.
çok değil, birkaç göz kapama uzaklığımdasın artık.
böyle.. durup durup koşsam, nefes nefese kalsam, yorulsam, mahvolsam!

11 Ocak 2012 Çarşamba

göz göre göreyse de kalp dayana dayana olmuyor işte o.
sanki taş yutmuşum, sanki dağları yutmuşum.
sanki içten içe boğulmuşum da yaşayan bir ölü olmuşum.

birDENbire: böyle gelmiş, böyle gider..

kızamayacağın birini tanımıyor musun?
aklın sürekli otobüslerde uçaklarda arabalarda, aklın sürekli uzaklarda mı?
istediklerin- ya da en azından bir zamanlar çok ama çok ama çok istemiş oldukların- elindeyken, yanındayken, karşındayken, seninleyken dahi aklın bir başka şeyde mi?
şarkılar yetiyor mu bazen, sonra aynen o şarkılar az mı?
her hikayede senden bir parça mı var, her söze - her duyguya - her melodiye - her renge- her tribe adapte mi oluyorsun birden bire, kolayca, saçma sapan?
olmadık acılar olmadık ağrılar mı bitiveriyor vücudunun bilimum köşelerinde?
itirafları erteliyor musun?
özeniyor musun?
özlüyor musun?
unutmaya çalıştıklarını hatırlarken aklında tutman gerekenleri unutuyor musun duyar duymaz? görür görmez? yaşar yaşamaz?
sular seni mi çağırıyor, sanki dağlar da, ve sanki ufuk?
gözün mü dalıyor, beynin mi duruyor, ellerin mi hissizleşiyor, kalbin mi acıyor bazen küçücük ve gereksiz gereksiz nedenlerle?
hani sen gençken, hani sen hayalperestken, hani sen başkayken, hani sen hani hakikaten senken.......?
kimseye hiçbir şey kanıtlamak zorunda değilken, kimseden kanıtlar beklemezken.......
gözlerin kupkuru, için rahat, kafan çok hafifken......
hani sen uçarken nerdeyse, nerdeyse uçtuğuna yemin edecekken...........................!


o zaman ya sopalıksın, ya da olman gerekenden bambaşka bir yerde, olman gerekenden bambaşka şeylerle. olman gerekenden, olmak istediğinden olmayı hayal ettiğinden bambaşka bir şekilde.

22 Aralık 2011 Perşembe

geri sayım, ama neye?

manen, kapasitemin sınırlarını zorluyorsun. sen sen sen sen sen sen.. hepiniz.
bir yan yön bulup güzel, sende bile, tutunmak istiyorum artık, olmuyor.
ateş gibi komplolarla çevrelenmiş hissediyorum ve bu çemberden acısız çıkış imkansız görünüyor.
ya burda kalıp bunalıcam, ateş basacak mütemadiyen (ve her nedense, bu çember samimiyet ve dürüstlüğü temsil edenden farklı olarak gittikçe daralıyor) sıkılıcam, yeter diyicem kim bilir kaçıncı kez. ve sonunda isyan edicem sözel yüzel davranışsal. her türlü.

hayatımı alanlara bölmek, artık reflekssel olarak, ve her alanda beni zorlayan(lar)a rastlamak canıma yetmek üzere.

ne olacaksa olsun ne kopacaksa kopsun ne bitecek ve ne başlayacaksa.
bu gerilim beni herşeyden çok etkiliyor, beter ediyor.

iyi veya kötü, yaşayanacak neyse, nolur olsun bitsin artık.



gazete manşetlerinde birilerinin vereceği olası yorumları görür gibiyim şimdiden: "onu son zamanlarda çok yalnız bırakmıştık, keşke..."

1 Aralık 2011 Perşembe

çok çok az az.

katettiğin her metrenin her anın sonunda arkana dönüp bakarsan o anı tatmış değil, günlük yazmış oluyorsun. günlük yazmak için yaşanmaz.

özlemle mutsuzluk doğru orantılıysa, ki öyle olduğuna bahse giriyorum şimdi, (ve bunu sen de biliyorsun ki (hiç değilse bu konuda, işte sonunda..) kazanan benim!) herşeyin eskiden ne denli güzel olduğunu farkedip durmanın, bunu dillendirmenin, anımsamanın, hissetmenin, düşünmenin.. beni tedirgin etmesi çok mu abartılı?
aptal a sor, o da söylesin herkesin verebileceği cevabı.


kendini götüreceğinden sebep herhangi bir noktasına evrenin, o kendisi için çıldırdığın potansiyel kaçış işe yaramayacak.
çevre denen ve dünyanın en boktan anlarını yaşatma potansiyeline sahip şey hariç tutula.

yani; yine, yeniden.

no (great) surprises - just as usual.

24 Kasım 2011 Perşembe

dokuzkat

"beni kontrol etmiş, gözetlemiş, izlemiş ve değerlendirmiş.
SEN KİMSİN Kİ!"

en sevdiğim kediler gibi kayıplara karışmak üzere daldığım bir çıkmaz sokağın başında o gün hiç çalmayan telefonumda kayıt altına alınmış (itirazım var hakim efendi) eski zaman sözcüklerine bakıyordum. "sonsuza kadar" gibi şeyler hani, bilirsin.
çoktan kapatılmış kapıların ardında bir zamanlar, adıma ne olduğuna dair kelimeler, benzetmeler, ifadeler, hisler, planlar vesaireler.
rol yapıyordum.
çok iyi bir oyuncu*y-d-um zira. yüzbinlere çalıyor gibi bestelerimi, annenden isteyecek gibi seni, herkesin önünde "bişeyde en iyi" ödülü alıyor gibi falan.. öyle heyecanlı.
inandırdığım şeylere ben de inanınca ortada ne yalan ne suç, yanlış birşey kalmıyor sanıyor ya hani insan, ben de alabildiğine masumdum, tahmin edeceğin gibi.

planlara ben de gülüyorum, tanrı'ya paralel..
bugün sonmuş gibi yaşıyorsam da, bu bugünün son günüm olmasını istediğimden değil.
arada uçurumsal bir fark var, sen de artık lütfen farkına var.

4 Kasım 2011 Cuma

olmayacak duaya amin demekteki tek sebep: çok istemek.

31 Ekim 2011 Pazartesi

gelirgeçer

bir fotoğrafa bakıp gülümsüyorsun, sana eski şekerli pespembe günleri hatırlatmasından sebep.
burnunda vanilya kokuları, dilinde çikolata tadı.
bugün o günden miller seneler hatıralar uzaktasın ve ne kadar zorlasan da o halinle düşünemiyorsun kendini.
nasıl hissediyordun?
neler hayal ediyordun?
canını sıkan neydi, ya mutlu eden şey seni?
ne yemeyi severdin, neler dinlerdin, nerelere giderdin......
sokakta bugs bunny dansı yapabildiğin zamanlar, klasik iyte dönüşü, bomboş ve eski ve kırmızı bir eshot otobüsünün arkasında sörfe kalkıştığın akşam sarhoş muydun, hatırla.
çimlerin üzerinde dans ederken kimsenin, hele hele O'nun ne düşündüğünü zerre umursamadığın zamanlar hani?
"buralardan gideceğim". gittin.
"herşeyi düzelteceğim". düzelttin.
"birini çok seveceğim". sevdin.
peki.. şimdi?

11 Ekim 2011 Salı

pattes aşağı pattes yukarı

katiyen deşifre edemeyeceğim (yok yeeee) o sayıyı en son 3 sene önce göstermişti tartı ibresi.
"kendimi kısıtlamayayım ama ayı gibi de yemeyeyim bir de spor yaptım mı heeehhh oldu bu iş" konulu, kiloda 3 ay öncesine dönüş maksadıyla, herşeye dikkat ettiğim 3 haftalık dönem sonunda şaşkınlıkla karışık hüsranlardan şaşkınlıkla karışık hüsran beğen(me)dim o da "yok artık ya..:s (bu noktada S surat sonsuza gidiyor)" oldu.
bambaşka hisleri, bambaşka hayalleri, bambaşka yaşam koşulları ve bambaşka daha birçok şeyi olan ve fakat benzer bir tek amacı (HADİ KİLO VEREK!) paylaştığım işteki oda arkadaşımın gazına geldim ve en yakın dostumun bir hafta süresince pattes olacağı "patates diyeti rulez" isimli saçmasyon haftaya başladım dün.
hedef 3500 gram!
kaynak, internet.
diyet bir hafta sürüyor.
vadedilen erime miktarı 4-6 kilo.
olay başlarda patates, patates ve patatesten ibaret, ve şu an bu süreci yaşıyorum iliklerime kadar (iliğim kurudu..)
sabah patatese bir günaydın ile başlıyorum güne, gözlerimi kaçırmak istiyorum ama nafile. her ne kadar karabiber, kırmızı biber, kimyon ve kuru dereotuyla süslense de, çekicilikte sınıfta kalan o haşlanmış patates kümesini üfleye üfleye (sıcak olmasıyla alakası yok, ki değil de), ıylaya ıylaya, bir nevi zorla yiyiyorken, saat 11:30 oldu mu, ondan beteri 16:00ya yaklaştı mı ellerim titreye titreye adını anar, hayalini kurar, "patteees" diye sayıklar halde buluyorum kendimi.
"hay bin patates!"*

bugün bende bu emekçilik, bu katlanmacılık, bu napalımcılık had safhadaysa, sebebi 5-6-7.nci günlerde sahne alacak etler, elma, mandalina ve yeşil salatadır, kayıtlara geçile.

yapılanı kadarıyla bir işe yaradı mı, orası bana kalsın ama şu anda,
part-time oruç kafasında çok şeyin kıymetini yeniden anladım bugün, en çok da ofisteki çekmecemde artislenen kuru kayısının.


"hangi mantığa hizmet?"i geç zira daha olur versiyonları denendi yukarıda bahsettiğim ve hiç konusunu açmadığım başka şekillerde.
sadece.. pazar günü ibredeki sayının 4le başlaması dileklerimle!!

22 Ağustos 2011 Pazartesi

bombok dönemler.

yaş 30 yolun nesi, neresi?

huzursuzluk kemiricilerin en güçlüsü, en yorucusu, en çok kan, umut, sabır.. vs kaybettireni, en pisliği.
uzun zamandır kemiriliyorum ve fena halde yoruldum. canımdan bezdim (şimdi kağıt havluyum, AH NE KOMİK.)

gücümü neye saklayacağımı şaşırmış durumdayım, yaşama sevinci denen gaz kökleyiciyi nasıl canlı tutmalıyım onu da unuttum.

yapmacık ve yapışık şeylerle çevriliyim, onlara bazen insan diyesim dahi gelmiyor.
full negatif ortamlar, insanlar. tutunacak birkaç dalım var ve tüm gücümle onlara asılmam gerekiyor bazen, kopmasından korkuyorum.
midem bulanıyor, ruhum bunalıyor, içim sıkılıyor.

kimse görmüyor ve görenler de umursamıyor zaten.
her koyun kendi bacağından asılıyor da asılırken yardım edebilecekler, şöyle bir bakıp geçince çok can acııtıyor.

herşeyi bırakıp gidecek bir yer, dahası kendimde öyle bir güç bulsam; arkama bakar mıyım, şimdiki halim emin olamıyor.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

ilgi göstermesi için trip yemesi gereken, fırça çekilmesi icab eden, sitem bağımlısı insanlarla ne işim var benim?
elime ıslak bir odun alıp, dairemin yarı çapı yapasım geliyor.

astonisher!!

hiçbir a/s/l? ye cevap vermeye tenezzülüm yok, tenezzülüm olsaydı dahi gücüm yok.
kendimi 85 yaşında gibi yorgun ve yolun sonunda hissediyorum bugün. "sen hiç 85 yaşında oldun mu ki 85 yaşında gibi hissedebileceksin?" diye soruyorsan, kapat çeneni.
yalnızca yorgunluk, yolun sonuna gelmişlik hissi değil 85yaşındagibihissediyorum un getirisi, bir de alabildiğine "boşvermişlik"; kapsamlı, sıkıntısız, alakasız, umarsız, ruhsuzca.
farkında olarak, ya da henüz farkına dahi varmayarak bıraktım kendimi bazı konularda rüzgarın yönüne. gözlerimi kapattım, gidiyorum çok da umursamadığım bir yere.

ellerim titriyor, işte! söylemiştim! 85 yaşına bastım ben! (fiziken gibi, beynen bazen, umuden.. "den den").
geceleri uyuyamıyorum, sabah çok erken kalkıyorum.
canım pek birşey istemiyor, bazense tatlı bir huzura dalıyorum.
gözlerim donuk, yüzüm asık, belki henüz başka birşey değil ama, kalbim biraz kırık.
bütün günü bir izmir sahilinde, plajda yatarak, güneşlenerek, Dvitamini zulalayarak, kendimi kumlara gömdürerek, sonra denize girip açıklara yüzerek geçiresim var.
birileri, minik minik çocuklar yakınımda dolaşsa da sesimi çıkarmayacağım, hatta kucağıma alıp kendinden şirinliklerine gülümseyebilirim bile. belki.

denemedim diyemem, yaptım işte, korktuğum şeyi başına getirttim birilerinin. ne farkeder, bihabermiş ya da bilgisiz..
ışığımı, yerimi, yönümü kaybettim, neyin güveniyle? bilmem.

bir zamanlar çok çok çok korkuttuğum biri, şimdi, kalbimi şişirip patlatacak gibi.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

kaybetmekten korkuyorum.


üzerinde yürüdüğüm yolu, yolu yürürken edindiklerimi, bu yolda sevdiklerimi, en çok da kendimi!


derin derin nefes alıyorum, sonra kısa kısa, biraz daha derin, ardından kısa. kendimi şaşırtıp içine sürüklendiğim nöbetten kurtulmak için.


ellerim, kollarım, en kötüsü beynim uyuşuyor. ben kendime, bedenim de olduğu yere sığmıyor, taşacak yer arıyorum.


uzak bir yerlere gitmenin ne anlamı kalacak böyle sürerse?


ne kadar uzak kurtaracak beni?


bir yerden verilen hazine başka yerden alınıyorsa/çıkarılıyorsa; VERMEYİN BANA HİÇBİRŞEY, İSTEMİYORUM.


25 Temmuz 2011 Pazartesi

older


(rallide beni fena rezil eden ciciko.)

neyse, şimdi onu bırak. diyeceklerim var..

"istemiyorum, bırak peşimi" diyorum. sultan gibi istemiyorum.
hala aklımda bir yeri var, bütün o "yanılsamalar"ın. yanılsamalar olmasaydı ne olurdu, maziyi geçmişte bırakmak lazım biliyorum ama, MERAK EDİYORUM işte, çok merak ediyorum.
şu andaki tavır sistemimi çok değil yalnızca 4 sene önceki koca kafama koyabilseydim?

bilinmezliğe bir adım, bir adım daha.
böyle kaybolmuş gibiydin. sokakta oturup, en temiz kaldırıma, saatlerce kıpırdamadan-bak işte aynen öyle, gözlerin kızarana, kulakların patlayana kadar izleyerek. gözlemleyerek. keşkeleyerek. falan.............
sonra pirinç temizlerken bir pırlantaya rastlıyorsun (PİRİNÇ TEMİZLEMEK, ÖYLESİNE SIKICI). algın kamaşıyor, kalbin kütür kütür atıyor tıpkı taze bir karpuz gibi -koskocaman-, için yanıyor, ışığı gözlerine vuruyor, beynin uyuşuyor, ellerin titriyor, ne yapacağını şaşırıyorsun. işte tam öyle birşey. hayatının ENi, en en ennnnnnnnnnnn en en eni......... diyorsun, nereye koyacağını şaşırıyorsun, nasıl tutacağını. kaybederim diye ödün kopuyor.
sonra?
bir pırlantayla ne yapabilirsin?
bir pırlantayı ne yapabilirsin?
bir pırlantaya ne yapabilirsin?
sen de pırlanta da bilmiyor.

şimdi oturuyorum, sokakta, kaldırım temiz mi çok umursamadan.
gözlerim ve kulaklarım henüz acımıyor.
sanırım.

22 Temmuz 2011 Cuma

,22,

dünyanın en güzel müziklerini dinliyormuşum gibi.
kaşık kaşık dondurma, çatal çatal waffle götürüyormuşum gibi.
mis gibi bir temmuz akşamüstüsü sıfır dalgalı bir denizde yüzüyormuşum gibi.
çok zor bi sınavda sınıftaki en iyi notu almışım gibi.
şahane birşey bulmuşum gibi.
kütür kütür bi karpuz dişler gibi.
yanıp sönmeli, civcivli, gürültülü bir yerde çılgınca dans ediyormuşum gibi.
elimde limonlu bira, saçlarımda hafif bir rüzgar dolanırken, en sevdiğim muhabbetler dönüyor gibi.
sımsıkı kotlar, nemli bulutlar, tatlı gülüşmelerle yürür gibi.
izmir semtlerinde yapılan serserilikler gibi.
koşmak gibi, squash oynamak gibi, bisikletle yokuş aşağı hızlanmak gibi.
öpmek gibi.
yıllar sonra eski bir dostla karşılaşmak gibi.
yatar yatmaz uyumak gibi.
sabah zıplayarak neşe manyağı sevinç yumağı hallerde uyanmak gibi sonra..

iki demek: sen demek, ben demek. hepsini toplayıp bire bölmek demek.
1: şahane, harika, muhteşem, süpsüper, inanılmaz, olağanüstü, harikulade, nefis, müthiş.. ve fakat..
(bir arttıran sensen) 2>>1.

21 Temmuz 2011 Perşembe

b-day



bir izmir plajında, bulutların altında, zor alınan nefeslerin arasında "keşke şu anda dursa zaman" diyen bir adama, kastedileni anlamaksızın, hakikaten merakla "neden ki?" dediğimi hatırlıyorum. o zamanlar kendimi dünyanın en çakallarınden, en iyi insan gözlemcilerinden, en süper anlam çıkaranlarından falan sanıyordum oysa.


eski günlerin hatrının bittiği bir nokta var. biz orayı geçtik. herkesin geçmişime kattığı güzelliklere paralel kredisi olsaydı kalbimde, sabrımda ya da hoşgörümde, ne yürür ne konuşur ne yemek yer.. hiçbişey yapamaz, yaşayamazdım harcadığım onca enerjiyle BOŞU BOŞUNA.


hiç okunmayacak satırlar, hiç söylenmeyecek sözler varsa samimiyet sınırlar çiziyor kendine.

eskiden.. ne güzeldi-li cümlelerin bir kotası var, sonuncuyu geçeli çok oluyor şekerim*, bilgine.

23 Haziran 2011 Perşembe

26 Mayıs 2011 Perşembe

uxbridge öğretisi - I

uzun bir yolculuk, yanına aldığın ve geride bıraktığın insanlara dair, başka zamanlarda göremediğin gerçekleri gösterebiliyor.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

the fire, nam-ı diğer "!"

yer çekimiyle yarışıyor kanıtlar.
tuzla buz ederim! ben onları yok edebilirim! gerekirse başka şehir(ler)de!
yüzümü teğet geçen vanilya kokulu bir rüzgar ve birini diğerinin ötesine koyarken aklımda 2009 karesi, insanoğlu.. NERDEN NEREYE.
mecazen olması gerekenler gelirken katı ve somutça başıma, kulağımda en sevdiğim melodi, İŞTE BEN BEN OLDUĞUM YERDEYİM.
on yıllar sonrasına ışınlanmış gibi eminim, bizzat kendim görmüş gibi!?..
sebebini araştırmak sebepli bitaplığa (eksi)terfiden ziyade vururum kendimi yollara, yollar kum gibi, yollar su gibi, üzerime çıkıp beni ve dahilimdekileri yok edecek gibi.
gelmek > dönmek.
setler çekilmek için değil mi?

10 Mayıs 2011 Salı

bulutsuz günler!

daralan kıstaslar tahammül sınırımda dolaşıyor, sınır dışı etmek istiyorum belki SONSUZ umarsız biri olabilirim böylece. uyan nurcan. hadiiiiiiiiiiiiii.

minimalleşen hayatımın çıplak gözle görülebilen sınırlarında fırtınalar kopuyor, bana gelen ufak bir parça rüzgar şimdilik yalnızca. hissediyorum- tamam yaklaşıyor, tamam işte ben de biliyorum, tedbirlere koşmam gerekirken oturup (keşke keyif olsa) çatıyorum ONA BUNA.

kitaplar filmler konserler müzikler ruhsatlar,onlar bunlar.
alanlar azalıyor, nefes alacak yer kalmadı, arttıran yok mu...........

zor dönem desem değil, yoğunluk desem, ya bırak allahaşkına..
o zaman ne halta sıkılıyor bu can?

güneşi, tatlı kalp çarpıntılarını, umutları, hayallere ithafen "öf gene mi abarttımları", küçük minik nanosantim çaplı da olsa bazı çılgınlıkları falan..
özledim işte, tamam mı.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

recently

>
>
>
>
>
şov de, vokal de, melodi de, ne dersen de..

5 Mayıs 2011 Perşembe

13.cuma

OOOĞOOOOOOO ĞOOOĞOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOO..
(blu bılad*dan bölümler çığırırcasına)
diye bağırasım (MARŞ DEĞİL, pop mop bişeyler, marşlara el-veda) (ŞAKIYASIM) geliyi... oysa hava bok, işler çok ve karnım fena halde TOK filan değil, GAYET açım:( (ama ajdara özendim belki...??)

3 Mayıs 2011 Salı

insanın hayatında en azından bir tane, ne yaparsa yapsın tahammülünü yitirmeyecek, bırakıp gitmeyecek, onu hep olduğu gibi sevecek biri olmalı.

26 Nisan 2011 Salı

can't see the whole picture

"I was alone at the front line
The message I was told was to try and find
The joy of a lifetime".

sankisini bırakabilsek bir.. bir takas edebilsek sahip olduklarımızı, olamadıklarımızı.
"yabancı değil, yerlisi".
koşuyorduk, yürür olduk, sürünüyoruz bir zamandır, kesilmesine beş kalalarda solukların.
hava parçalı bulutlu, arada gözlerimizi kamaştıran (kör eden) güneşe kanıyoruz, olan bir tek bu. yağmura dek devam, sonrası "allah kerim".