22 Şubat 2010 Pazartesi

tahoma, 11: long see, no time.

Bulgurlu, soğanlı, marullu, dereotlu, kimyonlu, domatesli, kırmızı pul biberli bir “kiralık daire”nin içinden çıktım bir vakit önce. eskiden bir melektim, başımda hayatım dediğim hare..

Mütemadiyen mükemmeli teğet geçen ve her teğette en güzelin tadını yeniden hatırlatıp akabindeki “...çok güzel, AMA”lı süreçte uzun of çektiren, keşke üzerine keşke dedirten şeyler vuku buluyor şahsi tarihimde. Misal bir temmuz akşamında izmir’de oluyorum –ki içlerinde kuvvetle muhtemel, en sevdiğim budur- ve bir prensi kurbağaya dönüştürme kapasiteli zamansız ve manasız bir uçuk peydah oluyor dudağımda.. bir başka zaman, madden ağır depremlerin ardından başıma yıkılan enkaza sıkışıp kalmışken, söz konusu yıkıntının ancak zerresel meblağlara denk gelecek bir ışık huzmesi geçirebilme kapasitedeki deliğine tekabül eden koordinatta bir akutist eleman belirip, “orda kimse var mı” diyor gölgesiyle–benden tarafa-.. sonra... günlerden bir gün, uzun süredir “varolmasını” beklediğim ceketi buluyorum alelade alakasız bir mekanda misal, ve diyorum ki “oha kere oha, işte biri sonunda “o”nu tasarlamış, benim birilerine anlatmama gerek kalmamış..” veee.... ve bedeni olmuyor mesela.. Daha niceleri.. acıları, trajikomikleri, mucizevileri, başdöndürücüleri, vebenzer(ler)i.
Nihai duruma bakılınca, ziyadesiyle yaşanamıyor işte o bazı şeyler, şu böyleler ve ordaki öyle gibiler. Elde kalan teğet geçenin damakta bıraktığı taddan başka ne? Tartışılabilirliği tartışılmaz olan o nokta tam burda hayat buluyor, o ki ezelden gelmiş, ebediyete gidiyor.

Ve fakat yıkılmadım ayaktayım kekotto*sunu koyup önüme, ardıma ve bilimum yanıma (en çok da aklıma), benden mutsuzu, az çikolata yiyeni, kitap alamayanı, sataşamayanı, seçemeyeni, konuşamayanı, falanı filanı diyerek elindekiyle yetin isimli uçsuz bucaksız tarlaya salıverdim mi kendimi bir KOYUN gibi, üstesinden gelinmeyecek şey yok nasılsa diyor (zira dünya üzerinde her zaman benden daha kötü durumda birileri olacak, ya da ben dışardan bakan göz olarak belki iç dünyasında beni 24e, 90a katlayacak huzur huşu ve neşe içinde yaşayan insanları daha kötü kategorisine sokuyorumdur saçmalamacasına) fırçalıyorum üzerimdeki negatifliği polyanna fırçasıyla. Duruma dair yalancıktanlık-abartı içtenlik, eksi sonsuz-artı sonsuz çizgisiyse, ayaklarım şu an tam olarak sıfırın üzerinde.

Hiç yorum yok: