14 Ağustos 2008 Perşembe

permesso?



sabah olmuştu, uyandı, esnedi uzun uzun, gülümseyerek güne dair hayaller kurdu birkaç dakika. sonra kalktı. lavaboda annesiyle karşılaştı, günaydın dedi annesi birkaç saniye önce yüzünü kuruladığı havluyu eline tutuşturup mutfağa gitmeden hemen önce. peki.

kahvaltıda kimse konuşmadı. tipik sabah öküzlüğü içinde seslendirilen ruhsuz "günaydın"lardan sonra tüketilme sırası naneli zeytinyağlı domateslere, uzun ince dilimlenerek üzerine limon sıkılmış salata ve havuçlara, bol yağlı ezine peynirine, kızartılmış yumurtaya, vişne reçeline, içine biber tıkıştırılmış yeşil zeytinlere [ne iğreniyor onlardan], çam balına, nutellaya, boyozlara, gevreklere, un kurabiyeleri ve kepekli ekmeğe gelmişti sıra. tükettiler. yavaş yavaş. tek tek yüzlerine baktı iştahsızca yerken tabağına doldurduklarını. küçük bir çocuk gibi ilgi bekledi iştahını açması için, bulamadı. diğerlerinin bitirmesini beklemeden kalktı masadan. peki.

odasına gitti. yatağına oturup "belki"yle başlayan bir dolu cümle yazdı kafasında. öyle ya.. olur böyle şeyler.. bebek gibi ağlayacak değilim ya.. ağladı. bebek gibi. peki.

hazırlandı ve dışarı çıktı kimseye hoşçakal demeden. yürüdü. ağladı. biraz daha yürüyüp biraz daha ağladıktan sonra durağa yaklaşan otobüsün ne olduğuna bakmaksızın elini kaldırıp dur dedi şöföre. şöför durdu. otobüse bindi. 7 durak sonra indi. yürüdü. vitrinlere baktı uzun uzun, içinde küçücük bir alış-veriş isteği dahi hissetmeden [onu o halde görsen garipserdin. görmedin.]. bütün sokağı yürüdü, sonra geri, sonra bir daha ileri, sonra geri, sonra ileri, geri, ileri. çok yürüdü, biraz ağladı. yorulup pes ederek eve dönmeye karar verdi. durağa döndü. peki.

bütün gölgeler kapılmıştı. çaresizce banka oturdu. hava sıcaktı. keyfi yoktu. yolun karşısında uzanan kalabalık yola bakıp yayaları izledi. bir dolu insan gördü. uzun, yavaş, şişman, sarışın, züppe, çekingen. sonra O'nu fark etti. O'nu fark etti. zıplar gibi yürüyordu. üzerinde haki tonlarında bir tshirt ve altında koyu mavi bir kot vardı. yaklaşıyordu. ona baktı. başka kimseyi görmedi. ayağa kaltı. yaklaşıyordu. sonunda durağa kadar gelip önünden geçerek gözden kayboldu. gitti. ardından ılık bir rüzgar bırakıp gitti. kayboldu. yok oldu. hayır.

birkaç saniyelik tereddütün ardından onu son gördüğü yere kadar koştu. çok değil kısa bir süre sonra yeniden görüş alanına girmişti. takip etti. zıplayan-adam ilerledi, o takip etti. böylece dakikalarca yürüdüler. birkaç kez duraksayarak arkasına bakan zıplayan-adam yeniden devam etti yoluna. yürüdüler. çok yürüdüler. az durdular. çok yürüdüler. sonra aniden durdular. zıplayan-adam geri dönüp hızla yaklaşarak yakaladı sinsi takipçisini.
-ne yapıyorsun?
-zaman öldürüyorum.
-benimle mi?
-bir süredir, evet.
-bir sorun mu var?
-bakış açısına bağlı.
-burdan bakınca varmış gibi.
-özür dilerim, neden yaptığımı bilmiyorum, yani, zaman öldürmenin başka bir ton yolu var ne de olsa.
-neden zaman öldürüyorsun? çok mu boş vaktin var?
-hayır bugün benim doğumgünüm. kimse hatırlamadı ve ben biraz alınganım.
-iyki doğdun.
-kendimi aptal gibi hissediyorum, yeniden özür dilerim. afedersin.
-tamam önemi yok, korkutucu bile değilsin zaten :) ama beni takip etmeyi bırakırsan sevinirim. bugün yapacak en az milyon tane daha güzel şey bulabilirsin.
-peki.

utanmak hiç bu kadar kırmızı tonlarda yaşanmamıştı. gülümseyen gözlerine bakıp yeniden özür diledikten sonra arkasını dönüp olduğu yerde bekledi. bekledi. biraz daha bekledi. sonra arkasını dönüp uzaklaşmakta olan zıplayan-adama bakmamak için zor tuttu kendini. tuttu ve sonra bıraktı. arkasını dönüp ona baktı. zıplayan-adamın da aynı şeyi yapmış olduğunu görünce utandı yeniden. üzüldü. zıplayan-adamsa gülümsüyerek el sallıyordu, kızmış bir hali yok gibi göründü. o da gülümsedi, el salladı. böylece birkaç saniye el salladılar birbirlerine. bir yandan geri geri yürüyorlardı. sonra bir otobüs girdi kadraja. ne hakla. otobüs gittiğinde geride birşey bırakmamıştı. birkaç saniye sonra gürültülü bir fren sesi eşliğinde durdu. 15 metre kadar ileride. kıpırdayamadı. sonra kustu biraz. biraz daha. başı döndü, sesler azaldı, görüntü bulandı. peki.


ayıldığında burnunda keskin bir limon kolonyası kokusu vardı. burnu o kokuyla dolmuştu. başının arkası acıyordu. çevresindekilerin sesleri yükseldi, görüntü netleşti. kusacak gibi oldu, başını kaldırıp otobüse bakmak istedi. otobüs yoktu. sokak yoktu. üzerine kustuğu çalı yoktu. sıcak bir izmir öğleninde durakta bankta yatıyordu. hiçbir mutluluk böyle beyaz olmamıştı. peki!

taksiyle döndü eve. hızlı hızlı çıktı merdivenleri. kapıyı açtı. annesini gördü. gülümseyerek odasına geçti. yorgun hissediyordu. duş alıp uzandı. uyudu. uyudu. uyudu. saatler sonra kardeşinin sesiyle uyandı. "abla" diyordu, "hadi yemek yiyiyoruz, seni bekliyoruuuzzz!" acıkmıştı. "peki" dedi, "geliyorum şimdi..". kalktı. üzerindekileri değiştirdi. odasının kapısını açtı. çığlık attı. birsürü insan duruyordu evlerinin holünde. annesi, babası, kardeşleri [birinin elinde üzerinde büyük yanan bir mum olan sarı-pembe bir pasta vardı], okuldan arkadaşları, kuzenleri, sevgilisi, dayısı ve eşi, yakın arkadaşları.. durdu. gülümsedi. mumu üflerken bir dilek tuttu. peki.


konuyla alakalı/alakasız:
izle! >:

Hiç yorum yok: