21 Mayıs 2008 Çarşamba

heng on lidıl tomato

yalanlar havada uçuşuyor-du. elimi sallasam ellisi. acısını mutlaka bir yerlerden çıkarmalı?düşünüyoruz, neresi/ne/kim olabilir? çok basit, öyle değil mi? bu sonuncusu soru bile değildi. evet diyor ve başlıyoruz, sabahları böyle böyle, öğlen şu şekilde akşamları ise aynen öyle. bir bir acısını çıkarıyoruz, o yetmiyor bir de buna sarıyoruz- saralım, tamam, olsun bakalım, o da olsun listede-değil mi? hep bir ağızdan "eveeeeeğğğttttt".

şimdi adam gibi söyle, adam gibi, gerçekten bütün bunlara değer mi?

peki adam gibi cevap veriyorum, aynen adam gibi: "bilmiyorum".
sadece öylece yaşayıveriyorum. verdim ipleri gitti, bir de bu türlüsünü denemek istedi canım belki, belki canımın ne istediğini bile bilmiyorum. belki belki.. bütün cümlelerin başına/ortasına/sonuna, bir şekilde, "belki".

yine midem bulanıyor. gözlüklerimi çıkardığımdan olsa gerek. ya da hepsi bir anda maskeleri astıklarından maskeliklerine. o kadar çok maskeleri var ki, sayamıyorum, parmaklarım yetmiyor. o ifadesiz kişiliksiz ve gereksiz yüzlerini görebiliyorum şimdi ve bu midemi bulandırıyor.

bundan koşarak kaçamam, başka şeylere odaklanarak da. piyano dinleyerek de. sinemaya giderek de. onunla içerek de. hiç bir ilkle atlatamam bunu. atlatmak zorunda da değilim aslına bakarsan, sadece kabullenebilmeli-yim(genelleştirmeye gerek yok ha?, bu da soru değildi). her defasında aynı mikrop, ve bir türlü bağışıklık kazanamayan bir organım var..

şimdi elimde ne var?
hiçliği tercih etmiş kocaman şeylerin derin izleri, henüz dolduramadığım boşlukları. bir anda terkedilmiş bir şehir gibi, oysa ne savaş çıkardım ne salgın hastalık ne mevsimim değişti ne de.. neyse ne.. bu şehir hep aynıydı, nedir bu göçün nedeni.

Hiç yorum yok: