8 Ocak 2008 Salı

eve dönüş

eve dönüş yolunda otobüsün buğulu camından yıldızlara baktım. hadi, şimdi-söz!bak kimseye söylemeyeceğim..
inatçı!..

yalan söyleyebilirim, ister misin? diye sordu.. istemiyordum, nazik olmaya çalışarak tamam, öyle istiyorsan söyle dedim.. soru sorabilirim o halde, sorayım mı? dedi.. korktum anlamsızca ve, hayır dedim cevabını bilmediğim şeyler sorma.. peki dedi. kabul etmiş rolü yaptı - iyi rol yapardı. -kışın gölgesinde oluşumuzun etkisi yok-saçmalama, o zamanlar henüz bahardı bi'kere! tezgahlarda bir dolu kiraz falan filan.. uzun uzun sustuk, durduk, konuşur gibi yaptık bazen de birkaç kelimeyi yanyana koyup.. bana dik dik baktığını biliyor, fark etmiyormuş gibi buğulu cama yıldızlar çiziyordum. en alttaki yıldızın da altına küçük harflerle inatçı yazdım. küçük yazıyor ve küçük konuşuyordum çünkü kendimi minicik hissediyordum, biri üzerime bassa ayakkabısının tabanındaki deliklerden birine tıkılır ve öl(e)mem bile kadar minik. neredeyse fısıltıya dönüşen sesimle lütfen dedim. böyle ufak meseleler için tartışmayalım.. yüzü değişti.. ufak mesele mi? dedi. ona yeter demek istedim, ellerine baktım. titriyor-yetmiyor, daha da yetmeyecek galiba, kotayı aştık ama bunu o bilmiyor. kalk dedi. nedenini bile sormadan dediğini yaptım. elimden tutup sokağa çıkardı. çiçek kokulu taze bahar havası doldu hızla ciğerlerimize.. yüzüne baktım, yanakları kızarmış.. gözlerini kısarak lütfen, şimdi bütün oyunları bir kenara bırak ve söyle dedi. beni seviyor musun? elimi tutmak yerine bana sarılıp ritmi hissedebilseydi, hiçbir şey sormasına gerek kalmazdı.. gözlerine baktım, sokak lambasının cılız ışığında bile pırıl pırıl parlıyorlar. hiçbir söz sarfetmeden bakmayı sürdürdüm gözlerine.. çok geçmeden bıraktı elimi. peki dedi. bu nasıl bir peki bilmiyorum. ve gitti.

söz-kimseye söylemeyeceğim.. hadi..