13 Ekim 2010 Çarşamba

bize söyledim ben anla.

sonuç gelişme giriş. yaa bırak ne önemi var.
seni kahreden kurutan saçını çeken karnına bir yumruk indiren ağzına leblebitozu yığıp konuşturan.. yaaani seni mahveden şey birkaç saat içinde milyonlarca ışık yılı uzağındaymış gibi gelebiliyor.
sana bişey diyeyim mi, zaten herşey "sana öyle geliyor". vallahi bak.
bence bana göre benim görüşümce kanımca falan filanımca, dünya dediğimiz, arkadaş aile tanıdık falan dediğimiz, yediğimiz, kokladığımız, düşündüğümüz, taklit ettiğimiz en çok da üzüldüğümüz sevindiğimiz falan, o herşey işte. sana öyle geliyor, demedi deme.
samimilikten ölecek gibiyim. sen de samimilikten öl istiyorum.
aslında boşver öleceksek mecazen olmasın bu.
hayır hakikisini tatmadım, "not yet", ama (şu anda mide gurultusu kostümlü olan)içimdeki ses, mecazisi kadar sıkmaz canını be tatlım diyor. İSTEDİĞİME İNANIRIM.
okeey?

hımm evet, bir de şu mesele var.
hani bütün hayatmış, bir bütünmüş, yarımınmış, işte dahası filan.. öyle birşey yok. ben sana söyleyeyim. hani bütün o hikayeler, anılar, laflar, gülücükler, tecrübeler. işte bütün o birikimler. RESMEN.. RESMEN ALENİYETİNE ya. senden de ondan da, kim kısmını boş bırak, canı isteyen doldursun. muşsuz, bir kere de muşsuz, evet.

insan 20sinde neyse 30unda o olmuyor.

keşke her seferinde gözlerim ellerim kulaklarım, dahası en alası, en müdürü, en tepedeki kendini dinlenmeye alıp da, öğle yemeğine çıkıp da, bir süreliğine ortadan yok olduğunda, işlevsizliğiyle senin ağzına s.çtığında, işte tam o anda bunları bana bağıra çağıra, kafamı duvara vura vura anlatacak biri olsa da OLMUYOR DOSTUM.
bütün çaresizlik de bundan.

istersen eline en kalınından en cırtlağından pembe bir kurdele bağla.
BOŞ BU İŞLER.
BOŞ BU ÖNLEMLER.

Hiç yorum yok: