20 Ekim 2009 Salı

silence is easy.

"Ne kadar çok, o kadar iyi(!)" mottosuyla edindiklerin yeter sana, taşan kısmı ocağın üzerinde bırakıyorsun "yansın", ki o "benim", ocağın "hakkı" ocağın hakkı. Herşey göze kestirilenin hayat çizgilerinin üzerinde "sarhoş değilim ki ben, bak nasıl dengedeyim" geyiği olmaksızın yürüyüşüyle son buluyor öyle mi istenenin? bütün ekstra çabalar (içten gelendi nitelikleri, "yanlış mıyım"?), tüm o "beyaz"*lar, hepsi senin olsunlar ve sarfedilen yüzlerce tiktak yalnızca bir küçük tebessüme şahit olmak için? Yalnızca, hadi ordan.
Büyük laflar edeceğine büyük lokmalar yeseydin, yiyerek hemen gitseydin. Gitseydin işte herşeyini alıp benden uzak bi yere.
Yükselti ve alçaltılarıyla totali bir öncekine eşdeğerse, -se, -sa, blabla. O zaman kattığın ne? kattığım ne?
Ben "italya"nın sözümona ne kadar güzel bir yer olduğunu dinlemek, fotoğraflarına bakmak, şarkılarını söylemek, filmlerini izlemek istemiyorum. Ben "italya"ya gitmek istiyorum.
Bunlar yalan değil. Hiç yalan yok. Yalan makinesi emekli olup izmire taşındı.
Peki.
Bunlar yalan değilse değişen ne, değişen birşey yoksa olan ne, olan birşey yoksa NE bu? NE?
Rüya görmüşüm meğer, öyle mi? PF!!
o halde S.M.Power'ın da söylediği üzere, rüyadan uyanmak gerek amaç görüleni gerçeğe döndürmekse.

Hiç yorum yok: