25 Ocak 2008 Cuma

bana-na(h)?


muz hikayesini anlattığın günü hatırlıyor musun?
küçük bir çocukken muz görüp sizinkilerden almasını istemişsin, alınmayınca kafana takıp hastalanmışsın hani, sonra neden hastalandığını tahmin edip iyileşmeni sağlamışlar, hatırladın değil mi? unutacağını sanmıyorum zaten, her neyse.
şimdi seni çok iyi anlıyorum.
bugün otobüste, eve dönerken anladım birden bire. inan birden bire.. ben de hastalandım sanırım çünkü, ne ruhen ne bedenen, bu muz hastalığı.. şimdi seni anlayabiliyorum. seni şimdi anlayabiliyorum demeli..
o gün sana çok kızmıştım ama şimdi bahsettiğin durumu, bizzat yaşarken kızılacak birşey olmadığını anlıyorum.. senin ikinci hastalanışın ve bundan bir türlü kurtulamadığın o dönem neyse de benim bu küçücük şehirde o muza ulaşamamam, tedavi olamamam çok garip öyle değil mi?
oysa hiç ihtiyaç duymadığım zamanlarda ne çok yedim onlardan..
bu haksızlık! ama haksızlık olmayacağını kim garanti etti? hiç kimse.. o zaman susup gözlerimi dört mü açmalıyım? ellerimi birleştirip yüzümde o acıklı-masum-yakaran ifadeyle doğru sözcükleri mi fısıldamaya uğraşmalıyım? uğraşmalı mıyım hakkaten? işe yarayacağını kim söylüyor? birilerini mi dinlemek zorundayım?

dün işe yaramıştı. o kadar masum ve acıklı değilse de yüzümde sakin ve huzurlu bir ifadeyle gerçekten içimden gelerek fısıldadım ve işe yaradı, hiç değilse bir miktar.. garip.

nedenini şimdi farkedebiliyorum.
kendim bir resim yaptım; kendi boyalarım ve fırçamla-tam istediğim gibi. sonra yüzlerinize denk gelen kısımları kestim, sonra aramıza bu tabloyu koyup önünde sizi izledim.

Hiç yorum yok: